Hemen her gün bir fincan kahve içen ne çok insan vardır öyle değil mi? Kimi zaman ikram edilir, karşımızdaki insanı kıramayız ve içeriz. Kimi zaman kendimize gelmek için içeriz, kimi zaman yorgunluk atmak isteriz, kimi zaman da çok keyiflenmişizdir ve kendimizi ödüllendirmek isteriz, bir fincan kahve içeriz. Bu durum yaklaşık 600 yıldır böyledir. Kahvenin çok uzun ve etkili bir geçmişi vardır. Ve tabi birde insana dinlediğinde çok hoş gelen bir efsanesi.
Anavatanı Etiyopya (eski adıyla Habeşistan) ‘dır. Böyle kabul edilmesinin nedeni ise dağlarında halen doğal, aşılanmamış kahve ağaçlarının olmasıdır. Bir rivayete göre o yörede yaşayan Kaldi adında bir keçi çobanı vardır. Kaldi bir gün keçilerinin bir ağacın meyvesini yedikten sonra çok neşeli ve enerjik olduklarını, geceleri dahi uyumak istemediklerini fark eder. Bu ağacın meyvelerini toplayıp yörenin en bilge kişisi Sufi dervişe gider. Olanları anlatır ancak derviş bu hikâyeye inanmaz ve elindeki kahve çekirdeklerini yanındaki ateşe atar. Ateşe düşen kahve çekirdekleri kavrulmaya başlar ve işte o an ortalığa o efsane kahve kokusu yayılmaya başlar. Yayılan hoş koku karşısında kayıtsız kalamayan derviş bu kokudan ilham alarak bir içecek hazırlamayı düşünür. Kavrulmuş çekirdekleri öğüterek, özlerini bırakmaları için suda kaynatmayı dener. Ve böylelikle kahvenin doğuşuna önderlik eder. Daha sonra derviş çobanın anlattıklarından yola çıkarak uzun ayin gecelerinde kahveyi içmeye başlar ve bu içeceğin onu uyanık ve zinde tuttuğunu fark eder. Bu içeceği diğer dervişlerle paylaşmaya başlar. Ve çok geçmeden kahve Yemen ve Arabistan’a yayılır.